Cuma Sohbetleri

Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler

Cuma Sohbetleri

‘Mescit’, secde etmek kelimesinden türemiş ve ‘secde edilen yer’ anlamında kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde Müslümanların ibadet mekânları ‘mescit’ olarak ifade edilmiştir. Daha sonraları içinde cuma namazı kılınan ve hutbe okunan daha büyük mescitlere, cemaati bir araya toplayan manasında ‘el-mescidü’l-câmi’ denilmiştir. Ülkemizde zamanla, bu tamlamanın ‘cami’ kısmı tek başına kullanılarak yaygınlık kazanmış, ‘mescit’ ismi ise müstakil olmayan, çok daha küçük ibadethanelere has kılınmıştır.

Dünyada kurulan ilk ev (mescit) Mekke’deki Kâbe’dir.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır.

 “Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki ev (Kâbe)’dir.”

Ayette zikredilen evden kasıt Kâbe’dir. Kâbe mabet olarak yeryüzünde yapılmış ilk binadır. Beytullah’tır; Rabbimizin evidir. Yeryüzünde inşa edilen her bir mescitte Beytullah’ın yeryüzündeki şubesi, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa’nın kardeşleridir.

Asr-ı saâdetten günümüze din hizmetlerinin icra edilegeldiği en önemli mekânlar hiç şüphesiz camilerdir. Camiler dini, ilmi ve sosyal hayatın merkezi olmuş; mukaddes, muazzez ve bereketli mekânlardır. Mescitler ve camiler, tevhit inancının simgesidir. İnsanların hidayete çağrıldığı, hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Minareleri tevhidin sembolü, ezanları şehadetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), hicret esnasında ve hicret ettikten sonra ilk iş mescit inşa ettirmek olmuştur.

İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’den bu yana, tüm insanlar mutlaka topluca ibadet edecekleri bir yer inşa etmişlerdir. Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.), İslam’ı tebliğ etme vazifesiyle görevlendirildiğinde Kâbe’nin yanında namaz kılmıştır. Daha sonra Dâru’l-Erkam, Müslümanların toplandıkları ve topluca namaz kıldıkları yer haline gelmiştir.

Hicret yolculuğu Medine’de tamamlanmadan önce Allah Resûlü, Kubâ’ya vardığında, daha önce Müslümanların namaz kıldıkları yerde namaz kıldırmış ve burada kaldığı süre içinde bu namazgâhı genişleterek ‘Kubâ Mescidi’ diye bilinen mescidi inşa ettirmiştir.

Önce ashabın, nihayetinde ise Peygamberimizin Medine’ye hicretleriyle beraber elbirliğiyle ilk yapılan iş yine mescit inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebevî adıyla bildiğimiz bu mescit, İslâm Dininin dünyaya yayıldığı yer olmuştur. Bu mescitte bir yandan topluca namaz kılınmakta, diğer yandan ise bitişiğine yapılan Suffe denilen yerde eğitim-öğretim faaliyeti sürdürülmekte idi. 

Camiler inanmış gönüller tarafından inşa edilmişlerdir.

Camiler İslâm’ın sembolüdür. Birlik ve beraberliğimizin göstergesidir. Bu mübarek mekânlar inanmış gönüller tarafından inşa edilmiştir. Yüce Rabbimiz, bu inanmış gönüllerin özelliklerini bir ayette şöyle bildirmektedir.

“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.”

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz ise bir hadislerinde camilerin inşasında emek verip gayret gösterenlere şu müjdeyi vermektedir.

“Her kim Allah için bir mescit bina ederse, Allah ona cennette bu mescidin benzeri (bir köşk) bina eder.”

Bir başka hadislerinde ise Allah Resulü, camileri ihya edenlere şu müjdeyi vermektedir.

 “Müslüman bir kimse namaz ve zikir (Allah’ı anma) için mescitleri kendine vatan edindiğinde, Allah onun bu durumuna, ailesinin gurbetten dönen kişiye sevindiği gibi sevinir.”

Din hizmetini sunanlar Nebevi bir tedrisattan geçmişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.s), asırlara örnek olacak mübarek sözlerinde gökteki yıldızlara benzettiği, ümmeti için her zaman ve zeminde rol model olacak, din-i Mübin-i İslam’ın ilk hizmetçilerini (hâdeme-i hayrat) bizzat kendisi Mekke’de Dar’ul-erkâm’da ve Medine’de Suffe de yetiştirdi. Resûlullah’ın (s.a.s.) talim ve terbiyesinde yetişen, ömürlerini din hizmetine adayan bu sahabilerden Hz. Mus’ab Medine’de, Hz. Muaz Yemen’de, Hz. Abdullah b. Abbas Mekke’de, Hz. Abdullah b. Mesud Kûfe’de, Hz. Ebu Musa el- Eş’ari Basra’da,  Hz. Ebu’d-Derda ise Şam’da Kur’an’ın ve din hizmetinin önderliğini yapmışlardır. İlahi çağrıyı daha ötelere, yeni dimağlara aktarmışlardır.

Dün olduğu gibi bugünde din hizmetine kendini vakfetmiş nice hocalarımız vardır.

Allah’ımıza sonsuz hamd-ü senalar olsun ki din hizmetleri ve din eğitimi tarihin hiçbir döneminde yeryüzünde desteksiz ve sahipsiz kalmamıştır. Nitekim Dinin sahibi Allah’tır ve Allah dinini asla sahipsiz bırakmayacaktır. Cenab-ı Hak bir ayette bizlere şu müjdeyi bildirmektedir.

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz. O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” 

Peygamberlerin, sıddîkların, şühedânın ve salihlerin güzel ve samimi dualarına ilhak olan nice dualar ve âminler vardı. Din hizmetinin ne kadar ulvi, dünya ve ahiret için ne kadar şerefli bir nasip olduğunun farkında olan anne-babalar, yavrularının muttakilere önder/imam olması için niyazda bulunuyorlardı. Bu kabul olunmuş dualar ve din hizmetine adanan ömürler anlatılmaya/yazılmaya başlansa ne kelâm ne de kalem yeter. Fakat salihlerin anıldığı yere rahmeti İlahî nazil olur. Bizde bu vaazımızda, “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” vesilesiyle yakın dönemde yaşayan din hizmetine ve din eğitimine büyük emekler veren, hizmet bayrağını bizlere emanet eden hocalarımızdan bir kaçını heyecan, aşk ve şevk vermesi için teberrüken sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Mübarek mekânlar olan camilerin hizmetçilerine ecdadımız şu güzel isim ile hitap etmiştir: “hâdeme-i hayrat” yani din hizmetçileri. Din hizmetine adanmış ömürler, din görevlileri ve din-i Mübin-i İslam’ın davetçileri.

Hâdeme-i hayrat: Müftü, vaiz, imam-hatip, müezzin, Kuran kursu hocası ve her birisi ebeveynleri tarafından Hz. Hanne’nin duygularıyla din hizmetine adanmış insanlardır.

Din hizmetine adanmış bu insanlar, varlıkta ve darlıkta, sağlıkta ve hastalıkta, genç yaşta ve ihtiyarlıkta, kanunların imkân verdiği veya vermediği günlerde, her daim Allah’ın dininin tebliğ edilmesinde ve kitabının öğretilmesinde hizmet eri olmuşlardır.

Söz konusu vatana hizmet olunca Yemen’e koşan, Kur’an’a hizmet olunca Nuru Osmaniye’de coşan Hasan AKKUŞ hocamız.  Gençliğin imanını tehlikede görüp, talimat beklemeden “Dünyanın gidişatından Müslümanlar sorumludur.” anlayışıyla üniversite gençleriyle yakından ilgilenen Mehmet Zahit KOTKU hocamız. Memleketlerinden İstanbul’a ilim için gelen öğrencilere yurt olan, yuva kuran, değil bir cebini, malını ve canını öğrencilere adayan ayaklı vakıf Gönenli Mehmet Efendi hocamız. Ulûm-i İslâmiyye yeryüzünden kaybolur korkusuyla gece-gündüz bilgisini talebelerine aktaran Ahıskalı Ali Haydar Efendi hocamız.  Yetiştirdiği öğrencileri ülkenin her bir tarafını kıraat feneri gibi aydınlatan, 80 metrekarelik Kur’an kursunda yüzlerce talebe yetiştiren Mehmet Rüştü AŞIKKUTLU hocamız. Bulunduğu her mekânı, mescidi, evini ve işyerini ilim meclisine çeviren,  her fırsatta sahip olduğu bilgiyi talep edenlere aktaran Çat Müftüsü Hacı Halis Efendi hocamız. En zor ve meşakkatli günlerde evini kurs olarak planlayıp hafızlara açan Çorakçızade Hüseyin Efendi hocamız. Serezli Kesikbacak İsmail Efendi, Hasbekli Mümin Hoca, Abdurrahman GÜRSES ve Ekrem DOĞANAY hocalarımız. Her birisi Anadolu ve Rumeli de bulundukları her bir mekânı ilim, irfan ve hikmet mektebine çeviren din hâdimleri. Rabbim kendilerinden razı olsun.

Kur'an Hizmetine Adanmış Ömürlerden İki Örnek:

Gönenli Mehmet (ÖĞÜTÇÜ) Efendi

Gönül insanı, vakıf adam, malıyla canıyla, ilmi ve irfanıyla din hizmetine adanmış bir ömür.

Sultanahmet Camii'nde yıllarca hizmet eden, mihraba can veren, aynı zamanda canını din hizmeti yolunda kullanan, Kur’an’a olan hizmetinden dolayı hapis yatan bir dava adamıdır.

İstanbul'da ilerleyen yaşına rağmen din hizmetine ara vermeyen, 80 yaşında, haftada 30 yerde vaaz eden fedakâr insan. Eğitime, özellikle de hanımların eğitimine büyük önem verirdi. İki taraftan koluna girilmiş güçlükle yürüyen bir insan düşünün. Eşi kendisine;

- “Artık sohbet vermek için cami cami dolaşıp yorulmasanız?”, diye sorduğunda,

- “Belki cemaatime söylemeyip unuttuğum bir şey kalmıştır,” cevabını vermiştir.

 Yokluk ve yoksulluk yıllarında din eğitimi için mekân, imkân ve insan kıtlığı yaşandığı dönemde neredeyse İstanbul'da eğitim gören her talebenin cebine harçlık koyan, derslerini kontrol eden, talebelerin hâmisidir Gönenli Hoca. Bu konuda çok hassastır. Talebeleri için beklediği burslar gelmeyince kendisi de yemez içmezdi. Bir defasında açlıktan bayılır. Doktor:

-“Niçin yemek yemediniz hocam!” diye sorduğunda,

-“Talebelerin burslarını temin edemedim onlar açken ben nasıl yemek yerim?” diye cevap verir.

Burs bulamadığı dönemlerde kendi evini satılığa çıkardığı, hatta evinde birçok malzemeyi sattığını yakınları rivayet eder.

“Bu paralar nerden geliyor? “Değirmenin suyu nerden?” diye sual eden karakol komiserine,

-“Evladım sen Kur’an okumayı biliyor musun? Bak elde fırsat varken gel sana Kur’an öğreteyim.” diye tavsiyede bulunur.

Karşılıklı konuşmalar bu minvalde devam ederken içeri bir polis memuru girer. Gönenli hocayı orada görünce elini öper ve

-“Hocam geçen memlekete gittiğimde bir hayır sahibi size bir emanet zarf gönderdi, bende size onu getirecektim.” der. Gönenli hoca komisere dönerek,

-          “Bak evladım sualinin cevabı bu işte, ben bu polisi tanımam, parayı gönderen o adamı da tanımam, sadece bana ulaştırılan bu emanetleri ihtiyaç sahibi çocuklara iletirim.”

Gönenli hocanın hayatında bunun gibi onlarca örnek vardır. O bir başka görev vesilesiyle de olsa kıldıramadığı namazların bir çetelesini tutar, aybaşında o miktarı mutlaka ayırır sadaka için tahsis ettiği cebine koyarmış.

Denizli cezaevine sekiz aylık cezasını tevkif edilmek üzere gittiğinde, kendisine özel muamele yapılmasına razı olmamış, tam tersine müdüre müebbet ve ağır suçluların koğuşunda kalmak istediğini iletmiştir. Burayı Medrese-i Yusufiyye’ye çevirmiş ayrılırken yerine yetiştirdiği imam, üç kişinin katili olarak müebbet yatan bir tutukludur.   

Abdurrahman GÜRSES

Bir İstanbul beyefendisi, temsil ve takdimiyle “imam” kavramını dolduran asil bir duruş.

Beyazıt Camii imamlığı ve Haseki Eğitim Merkezi hocalığı… Söz konusu Kur’an Kıraati oldu mu hocanın hali değişir, duymayan kulakları duyar olur.

Vekâleten gittiği hac görevinde ihramını çıkarıp fakirlere verip, kendisi için umre yapmaya niyetlendiğinde yeni bir ihram alacak kadar hassas anlayışa sahiptir. Kâbe’de Kur’an okumasını ısrarla talep eden öğrencilerine, “Evladım biz buraya arzı endam eylemeye değil, arzı hal eylemeye  geldik” diyecek kadar da mütevazıdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları