Cuma Sohbetleri

   MERHAMET

Cuma Sohbetleri

Bizim sayfa

(Edirne İl Müftülüğü tarafından hazırlanmıştır)

Hazırlayan: Selami SOYLU (Cezaevi Vaizi

                                                                       MERHAMET

Duamız: “Ya Rabbi  Sen bizleri senin dinini en güzel şekilde öğrenmeyi, kavramayı,  anlamayı,  yaşamayı,sonraki nesillerimize en doğru şekilde yaşayabilmeleri için aktarabilecek kabiliyeti, ehemmiyeti ve sağduyuyu nasip eyle, yaratılanı yaratandan ötürü sevebilmeyi ve bu sevgimizi merhamete çevirip insanlara yansıtabilmeyi bizlere ihsan eyle”… (amin)

Haftanın yazısı:

Kavram olarak merhamet, îmânın en büyük lütuf meyvesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de, kendisini bizlere en çok “Rahmân” ve “Rahîm” isimleri tanıtan Cenâb-ı Hak, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i de “Raûf” ve “Rahîm” yani çok şefkat ve merhamet sahibi olarak takdîm etmektedir. Böylece O’nun ümmetinin de merhamet sâhibi olmasını arzu buyurmaktadır.

Nitekim âyet-i kerîmede:

“…Mü’minlere (şefkat ve tevâzû) kanadını indir.” (el-Hicr, 88) buyurmak sûretiyle Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’in şahsında mü’minlerin de birbirlerine karşı çok şefkatli ve merhametli olmalarını emretmiştir.

Ayrıca “Allah” diyen bir kalbin; merhametten ve onun fiilî tezâhürleri olan infak ve insanlara hizmetten beri olması düşünülemez. Kâmil bir mü’min, başta insan olmak üzere mahlûkattan hiçbirinin sesli veya sessiz feryâdına duyarsız kalamaz, elinden gelen hiçbir şeyi esirgeyemez.

            Unutulmamalıdır ki merhamet, îmânımızın bu âlemde şahidi olan ve bizi kalben Rabbimiz’ e yaklaştıran ilâhî bir cevherdir.

            Merhamet, bizlere ihsân ve ikrâm edilmiş olan her nimeti, bu nîmetlerden mahrum olan kimselerle gönül hoşnutluğu içinde paylaşabilmektir. Diğer bir ifâdeyle merhamet, başkalarının mahrûmiyetini telâfî için, gece gündüz demeden onların yardımına koşmaktır.

Bu sebeple denilebilir ki; dertli bir insan karşısında gönlün ızdırap duyması ve merhamet duygularının coşması, insanda hassas bir kalbin varlığının ilk alâmetidir.

Nitekim âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in, bu hâlin müstesnâ bir zirvesini teşkil ettiğini Cerir bin Abdullah radıyallâhu anh şöyle anlatmaktadır:

            “Bir gün erken vakitlerde Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in huzûrunda idik. O esnâda Mudar Kabîlesi’nden, kılıçlarını kuşanmış, perişan bir topluluk çıkageldi. Gelenlerin üzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca çizgili basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından geçirmişlerdi. Fakat neredeyse çıplak vaziyetteydiler.

Onları bu derece fakir görünce Allah Rasûlü’nün yüzünün rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da çıkıp Bilâl’e ezân okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kâmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrâd ederek şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zevcesini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbiniz’ e hürmetsizlikten sakının! Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” (en-Nisâ, 1)

            Sonra da şu âyeti okudu:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın!” (el-Haşr, 18)

Daha sonra:

“Her bir fert altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ yarım hurma bile olsa sadaka versin!” buyurdu.

“Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hattâ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Müslim, Zekât, 69)

Şu fânî hayatın sonsuz zevkini tadabilmek, Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz gibi, gönül bahçelerinden şefkat, merhamet, cömertlik ve fedakârlık rayihası çıkarabilmekle mümkündür.

Bu sebeple bizler de elimizdeki nîmetleri muhtaçlarla paylaşalım ki, memnun ve mesrûr ettiğimiz gönüller, dünyada gönül feyzimiz, âhirette imdâdımız, Cennet’te saâdetimiz olsun. Zira kardeşlik de bunu gerektirir.

            Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyorlar:

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

            Bir Müslümanın ihtiyacını gideren kimsenin ihtiyaçlarını da Cenâb-ı Hakk’ın gidereceğinin vaad edilmesi, bu davranışın ne kadar faziletli olduğunu anlamamıza yeterli bir delil teşkil etmektedir.

Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar:

–Âdil ve hizmetli bir devlet başkanı,

–Yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi ve

–Âilesi kalabalık olduğu hâlde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.” (Müslim, Cennet, 63)

            Yine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Hayâtım sizin için hayırlıdır; bazı hâdiseler yaşarsınız, bunun üzerine size ilâhî vahiy ve hükümler indirilir. Vefâtım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana arz edilir. Güzel bir amel gördüğümde Allâh’a hamd ederim, kötü bir şey gördüğümde de sizin için Allâh’a istiğfar ederim.” (Heysemî, IX, 24)

Bu sebeple bize düşen, amellerimizin arz edildiği Alemler Sultânı Efendimiz’i hoşnut edecek olan güzel ameller sergileyebilmektir. Çünkü O’nu tebessüm ettirebilmek, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olmak demektir.

Baktığımız zaman bizden önceki ehli imanın vasfının da, şefkat ve merhamet olduğunu görürüz. Merhametin baş düşmanı ise, israf ve pintiliktir. İsraf, sadece kendine ve aşırı derecede harcamaktır. Bu sebeple denilmiştir ki; “İsrafta hayır, hayırda ise israf yoktur.”

            Hazret-i Ali radıyallâhu anh da şöyle buyurmuştur:

“Zenginlerin israfı ölçüsünde fakirler aç kalır.”

Cimrilik ise aslî ihtiyacından fazlasını kendine biriktirmektir. İkisi de bencillik tezâhürüdür. Dünya malının, ilk insandan beri kimseye yâr olmadığı bir hakikatken, insanoğlunun birkaç günlük tasarrufuna verilmiş olan mâl ile kibirlenmesi ve bunun neticesinde de ya cimriliğe kalkışması ya da isrâfa sürüklenmesinin, kişiyi son derece kötü bir akıbete dûçâr edeceği muhakkaktır.

Hikmet ehli bir zât bunu şöyle açıklar:

“Bir kul öldüğünde, malı husûsunda iki musîbetle karşılaşır ki, daha önce bunlar gibisini hiç görmemiştir:

Birincisi; bütün malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; bütün malı elinden gitmesine rağmen bunların hepsinden tek tek hesâba çekilmesidir.”

Bir insan için, üstelik kendisine fayda vermeyen bir maldan dolayı hesâba çekilmek ne kadar da hazin bir durumdur.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu durumdakiler için şöyle buyurmuştur:

“Yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki, ehl ü ıyâlini (ailesini) hayır (servet) üzere bırakır da, kendisi Rabbinin huzûruna şerle (kazandıklarının hesap yüküyle) varır.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no: 9693)

Yani mîrasçılarına büyük bir servet bırakır, fakat kendisi, malı helâl yoldan kazanmadığı, malıyla hayır işlemediği ve evlâtları da malını kötü yollarda kullandığı için huzûr-i ilâhîye günahkâr bir şekilde çıkar.

İslâm âlimleri de, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde zulüm gören, esir olan veya ezilen din kardeşlerine yardım etmeye muktedir olup da yardım etmeyen Müslümanların, büyük bir günâha girecekleri husûsunda ittifak hâlindedirler.

Velhâsıl Yüce Rabbimiz, kulundan merhamet, şefkat, diğer gamlık, cömertlik içerisinde  geçen  bir kulluk hayatı arzu etmektedir.

Cenâb-ı Hak, bizleri dâimâ Peygamber Efendimiz’i tebessüm ettirecek güzel hâllerle hâllendirsin. Bütün mahlûkâta karşı şefkat ve merhameti gönüllerimizin bitmez tükenmez hazinesi eylesin…

NOT: Bu yazıda Osman Nuri TOPBAŞ’ın yazısından istifade edilmiştir.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları