
  İSLAM'IN İLME VERDİĞİ ÖNEM
Cuma Sohbetleri
Dinimiz okumaya, araştırmaya ve ilme büyük önem vermiştir. Nitekim Cenabı Hak, ilk inen ayetlerde Hz. Peygambere ve onun şahsında bütün Müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” tan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”(Alak - 1/5.)
İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin inen ilk beş kısa ayet içinde iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve ilmin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ayet-i kerimede Hz. Peygamber’e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir. Çünkü okunması istenen yalnızca kendisine indirilen vahiyle sınırlı olmayıp, başta kozmik âlemdeki ayetler olmak üzere, okunması yani üzerinde inceleme yapılıp zihin yorularak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması gereken her şeyin tanınması, hakikatinin anlaşılıp kavranması istenmektedir.
Ayrıca okumaya başlarken, Allah’ın adını anarak O’ndan yardım dileyerek başlanılması emrediliyor. Besmele, her işimizin başında bir anahtar görevi görür. “Bismillâhi’r-Rahmani’r-Rahim” demeden, Allah’ın adını anmadan başlanılan her hangi bir işte başarıya erişilemeyeceği Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. Feyzu’l-Kadir, 5/13. Okuyup öğrenmek gibi önemli bir işe başlarken Allah’ın adını anarak başlamamız özel olarak emrediliyor.
“Yaratan rabbinin adıyla oku” ifadesiyle özellikle yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insandaki okuma yeteneğini ve imkânını hem de onun okuduğu, incelediği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı nesneleri yaratan Allah’tır. İnsan, bilgi edinme sürecinde Allah’ın verdiği imkân ve yetenekleri kullanmakta, O’nun yarattığı şartlarda ve onun yarattığı varlıklar üzerinde bilimsel inceleme ve araştırmalar yapmaktadır. Durum böyle iken, yani O’nun yarattığı yeteneklerle O’nun yarattığı varlık âlemini incelerken, bütün bu lütufları görmezlikten gelerek Allah’a şükretmemek, O’nu tanımamak, üstelik bunu bilim adına yapmak büyük bir nankörlüktür.
Okur-yazar olmayan bir Peygambere inen ilk âyetlerde okumaktan ve kalemle yazmaktan söz ediliyor, “Rabbin insanoğluna kalemle yazmayı öğretmiştir.” deniliyor, kalem o gün olduğu gibi bugün de insan hayatında en etkili öğretim aracıdır.
Dinimiz okumaya ve bilgi sahibi olmaya oldukça önem vermiştir. Bilindiği üzere, İslâm’da ilk savaş, Bedir Savaşı’dır. Bu savaşı Müslümanlar kazanmıştır. Bu savaşta esirler de alınmıştır. Peygamberimiz arkadaşlarına danıştıktan sonra, esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını emretmiştir. Ancak fidye verecek durumda olmayanlardan her birinin on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmeleri halinde onların da serbest kalacağını bildirmiştir. Bu olay bize İslam’ın okumaya verdiği değeri açıklaması açısından güzel bir örnektir.
İlim talep etmek her bir Müslüman üzerine farzdır. Müslüman bir toplumun hastalarını tedavi edecek sayıda doktor yetiştirmesi o toplum üzerine bir farizadır. Kur’an-ı Kerim, düşmanlarımıza karşı gücümüzün yettiği kadar kuvvet hazırlamamızı emrediyor. Teknoloji ilerledikçe kuvvet de değişiyor. Kur’an-ı Kerim indiği zaman savaşlarda etkili olan, ok ve kılıç gibi silahlardı. Ama Kur’an kılıç ve ok hazırlayın demiyor, kuvvet hazırlayın diyor. Kuvvetin ne olduğu Peygamberimize sorulduğunda, O: “Kuvvet atmaktır” buyurmuş ve bunu üç defa tekrarlamıştır. O halde bulunduğumuz asırda en etkili silah hangisi ise onu hazırlamak da yine Müslüman toplum üzerindeki bir başka sorumluluktur, Farz-ı kifayedir. Bunu sağlamanın yolu ise ancak bilgi ile mümkündür. Atalarımız dini ilimlere olduğu kadar müspet ilimlere de önem vermişlerdi. Çünkü Kur’an sadece dini ilimleri değil, diğer ilimleri de tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim, yer ve gökler ve bunlardaki yaratılış inceliklerinden söz ediyor ve bu konularda düşünmemizi istiyor. Bu konularda düşünmek, ancak diğer ilimlere âşina olmakla mümkündür. Öyle ise, dinimiz ve dünyamız için gerekli olan bilgileri öğrenmeli, bu konuda çocuklarımızı iyi yetiştirmeliyiz.
Bir başka ayet-i kerimede ise Allah’tan haşyet duymanın (O’na derin saygı göstermenin) ancak ilimle olacağı ifade edilmektedir:
“Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.”(Fatır– 28.)
Yüce kitabımızı okuyup incelediğimizde birçok ayette Cenab-ı Hak insana düşünmeyi, araştırma yapmayı ve bilgi sahibi olmayı teşvik ettiğini, körü körüne inkâr yolunu seçmemeleri gerektiğini içeren ifadelerle karşılaşıyoruz. Çünkü dinimiz cahil bir topluma inmiş fakat cehaleti yok edip bilgili görgülü ve eğitimli insan tipini oluşturmayı hedeflemiştir. Nitekim Yüce Allah’ı hakkıyla tanıyabilmenin takdir edebilmenin gereği de ancak bilgili olmaktan geçmektedir. Mesela Âlemdeki muazzam işleyiş ve ahengi, uzayın derinliklerindeki yıldızların gezegenlerin ayın ve güneşin insicam içerisindeki hareketlerini, tabiattaki harikulade düzen ve intizamı gözetleyen bir insanın ilahi iradeye olan hayranlığı, teslimiyeti ve saygısıyla bütün bunlara körü körüne bakan birisinin teslimiyeti ve saygısı elbette aynı olmayacaktır. Yine insanın yaratılışındaki kusursuzluğu mükemmelliği gözlemleyen ondaki kusursuz ve mucizevî işleyişi hayranlıkla temaşa eden bir tabibin Allah’a olan tazimiyle bütün bunlardan bihaber yaşayan birisinin Allah’a olan tazimi saygısı elbette bir olmayacaktır. Onun için Allahtan en çok korkan ve ona en çok hayranlık duyan saygı gösteren göstermesi gerekenler yine âlimlerdir, ilim ve bilim adamlarıdır.
İlim en üstün payedir. Allah Teâlâ, Hz. Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğrettiğini bildirerek canlılar arasında insanın farklı üstün yerinin onun öğrenme özelliği ile olduğunu ifade etmektedir. Kur’an, bu gerçeği şöyle ifade eder:
“Allah Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin’ dedi.” (Bakara– 31)
İnsanın diğer varlıklardan üstünlüğü ilimle olduğu gibi insanlar arasında üstünlük ölçüsü de ilimledir. Allah Teâlâ bilenlerle bilmeyenlerin aynı kefeye konmasının doğru olmayacağını bildirmiş ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer– 9.)
İlim herhangi bir ırkın, kavmin, zümrenin ve topluluğun tekelinde değildir. Dolayısıyla, isteyen herkes, kabiliyeti oranında ilim sahibi olabilir. Böylece kişi, ilim sayesinde başkalarının makam, mevki ve servet gibi maddi imkânlarla ulaşabileceği derecelere hatta daha üst mertebelere ulaşabilir. Nitekim bir ayet- i kerimede bu husus şöyle dile getirilir:
Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. (Mücadele – 11.)
İlim sahiplerinin üstünlüğü ile ilgili olarak Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:
“Âlimin abide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler.”
İlim insanın izan, idrak ve kavrayış düzeyinin yükselmesine vesile olur. Böylece, ilim sahipleri diğer insanlardan farklı olarak alanında derin bir anlayışa sahip olurlar. Bu yönüyle ilim Allah’ın insanlara lütfettiği en büyük nimetlerden biridir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Allah, kimin hakkında hayır dilerse ona din hususunda büyük bir anlayış verir.”
Hz Peygamber (SAV) bu hadisinde, ilim sahiplerine derin bir anlayış verileceğini, bunun da kendileri için hayır olacağını haber vermektedir.
Mekke’de nazil olan ayetlerden birisinde Hz. Peygamber (SAV)’e şu duada bulunması emredilmektedir:
“Deki Rabbim! İlmimi arttır .” (Tâ-hâ– 114.)
Cenabı Hak, Hz. Peygamber (SAV)’e ilmin dışında herhangi bir şeyi kendisine artırması için dua etmesini emretmemiştir. Çünkü ilim bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir. İlim, yalnızca sahibine değil, başka insanlara, hatta diğer canlılara da yarar sağlar. Hz. Peygamber (SAV) de çeşitli hadislerinde ilmi ve ilim sahibini övmüş, Müslümanları ilim öğrenmeye teşvik etmiştir. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir: (Birincisi) Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; (ikincisi ise) Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse(dir).”
İlim sadece bu dünyada değil ahirette de mutluluk kaynağıdır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kim ilim tahsil etmek üzere bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.”
“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”
“Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Kuşkusuz melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin abide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur.”
Maddi ve manevi alanda ilerlemenin ve kalkınmanın yolu ilimden geçer:
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”
İlim amel defterinin kapanmamasına vesile olur:
“Âdemoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer (amel defteri kapanır. Bundan şu) üç şey müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”
İnsan niçin ilim öğrenir? İnsan, öğrendiğini hayata geçirmek ve başkalarına da öğretmek, faydalı olmak için ilim tahsil eder. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere ilim, yalnızca sahibine değil, başka insanlara, hatta diğer canlılara da yarar sağlar. Örneğin, İslâm’ı başkalarına tebliğ edecek kişilerde bulunması gereken niteliklerden biri de ilim sahibi olmasıdır. Aksi takdirde kişi İslâm’a ve Müslümanlara fayda yerine zarar getirir. Hz. Peygamber’in(SAV), Hayber savaşında Hz. Ali (RA)’a hitaben söylemiş olduğu şu söz oldukça önemlidir: “Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”
Hz. Ali (RA) iyi bir savaşçı idi. Ama aynı zamanda ashabın ilim bakımından en ileri derecede olanlarından biriydi. Konuyla ilgili diğer bir hadis-i şeriflerinde ise Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır:
“Hidayete, (doğruluğa ve iyiliğe) davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz.”
Müslüman, beşikten mezara kadar ilim taliplisi olmalıdır. Zira okumanın, araştırmanın ve ilim öğrenmenin belli bir yaşı yoktur. Nitekim Hz. Peygamber (SAV), şöyle buyurur:
“Mümin, cennete girinceye kadar hiçbir hayra doymaz.”
İlim sahibi olup bildiklerini başkalarına öğretmekten daha büyük hayır olur mu?
Hz. Peygamber (SAV) kendi sözlerini ezberleyip başkalarına ulaştıran kimselerle ilgili olarak şu müjdeyi veriyor:
“Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insanlardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur.”
İlim, insanlara ve diğer varlıklara yararlı olmak için öğrenilir. Bu itibarla, öğrenilen bir ilmin gizlenmesi ve insanların yararı için kullanılmaması kabul edilemez. Hz. Peygamber (SAV) fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırım gibi, ilmi gizlemenin vebalinin oldukça ağır olduğunu haber vermiştir:
“Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.”
Ayrıca ilim süfli emellere ve insanlığın zararına kullanılmak üzere öğrenilemez. Bu niyetlerle ilim öğrenenler için Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Kim kendisinde Allah’ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”
İlmin bekası, ilim ve ilim adamlarına verilen değerle doğru orantılıdır. Bir toplumda ilim adamlarına değer verilmezse, yeni yetişen nesiller ilme ilgi duymayacaklar ve zamanla mevcut ilim adamlarının bu dünyadan ayrılmalarıyla ilim kendiliğinden ortadan kaybolacaktır. Böyle bir olumsuzluğun meydana gelmemesi için, toplumdaki bütün bireyler üzerine düşen görevi yapmak durumundadır. Hz. Peygamber (SAV), özellikle İslâmi ilimlerin kaybolmaması için oldukça duyarlı davranılması gerektiği konusunda ümmetini asırlar öncesinden uyararak şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar.”
Hayatımızı doğru istikamette şekillendirmemize yardımcı olan, bizlere bilmediklerimizi öğretip bildiklerimizi daha iyi anlamamıza vesile olan ve bütün zorluklara göğüs gererek bizleri yetiştiren öğretmenlerimizi saygı ve minnetle yâd ediyor, vefat eden öğretmenlerimize rabbimizden rahmet, hayatta olanlara ise esenlikler diliyorum. Bu vesile ile 24 Kasım Öğretmenler gününü kutluyor, yüce rabbimden dünya ve Ahiret saadeti dilerim.
BİZİM SAYFA
Edirne Müftülüğü tarafından hazırlanmıştır
Hazırlayan: İsmet Gencer Cezaevi Vaizi
Not: Bu yazı Diyanet aylık dergisi ve Lütfi Şentürk’ün Örnek vaazlar kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.