Enver Şengül

26 MART... EDİRNE'DE BİR KARA GÜN

Enver Şengül

1912-13 yıllarındaki Balkan Savaşı'nda gerçekleşen Edirne kuşatması, filmlere ve romanlara konu olacak kahramanlık ve duygu yönü ağır basan tarihimizin çok dramatik bir olaydır.Balkan Savaşı, tüm Balkan coğrafyasının içlerinden İstanbul önlerine kadar çok fazla yeri etkilemiş ama hiç bir etki Edirne kadar yüksek olmamıştır.

1912 yılının Ekim ayı bu kanlı savaşın başladığı aydır. 19 Ekim günü Edirne'nin kara günlerinden birine uyanan halk, korku ve tedirginlik içinde savaşın fiilen başladığını öğrenir. Evet Balkan Harbi sabaha karşı, General Ivanov komutasındaki Bulgar ordularının Türk topraklarını çiğnemesiyle o gün başladı. Bulgar ordusunun güzergahındaki en yakın yerleşim birimi Mustafapaşa Kasabasıydı. Düşman atlarının nal sesleri ve öküz arabalarının çektiği ağır top gıcırtılarını ilk duyan bu şanssız kasabanın sakinleri oldu. Savaşın başlamasıyla birlikte Bulgar ordularının önlerinden kaçan onbinlerce muhacir de Edirne'ye doğru akın akın gelmeye başladı.

Kısa süre içinde Edirne tamamen kuşatılmıştı. Bulgarlar şehri kolayca teslim alacaklarını sanıyorlardı ama yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardı. Çünkü savaş başlamadan bir gün önce daha sonra adı Edirne Müdafii olarak anılacak olan Şükrü Paşa Edirne'ye gelmiş komutayı eline almıştı.

Şükrü Paşa'ya "Deli Şükrü"de deniyordu. Çünkü ancak deli biri bütün imkansızlıklara rağmen cesaretle böyle imkansızlıklar içindeki bir şehri savunmayı göze alabilirdi. Şükrü Paşa, şehri  bir ay savunması için Edirne'ye gönderilmişti. Osmanlı'nın Çatalca'da bulunan Büyük Doğu Ordusu'nun kısa sürede gelip Bulgarları geri püskürteceğine her kes yürekten inanıyordu. Oysa beklenen asla gerçekleşmedi çünkü disiplinden, eğitimden ve silahtan yoksun olan ordu, Kırklareli ve Lüleburgaz muharebelerinde büyük yenilgiler alıp Çatalca önlerine kadar bozgun halinde geri çekilmişti.

Bulgarlar bile fazla bir zorlama olmadan Türk ordusunun bu şekilde geri çekilmesine anlam verememişti. Bunu bir tuzak sanıp bir aşamadan sonra durmasalardı İstanbul'u bile ele geçirme ihtimalleri söz konusuydu.

O şartlarda Edirne öyle bir durumdaydı ki İstanbul'dan bu tarafa teslim olmayan tek yerleşim merkeziydi. Dört bir tarafı Bulgar kuvvetleri ile çevrilmiş, okyanusun ortasında sahipsiz bir ada gibi kalmıştı. Ulaşım ve haberleşme tamamen kesikti. Şehirde ilaç ve gıda sıkıntısı baş göstermişti. Sürekli bombalanan şehirde her kesi açlık ve ölüm korkusu sarmıştı.O şartlarda Edirne'de yaşayanların içler acısı halini anlatmak ancak romanlara sığacak bir durumdur.

Ordumuzun yenilgisi ve tüm çaresizliklere rağmen Şükrü Paşa hiç bir zaman Edirne'yi düşmana teslim etmeye yanaşmıyordu. 25 Mart 1913 tarihinde yani 5 ay sonra bile Edirne hala direniyordu. Şehre her gün düşen top mermilerinin yanı sıra, kıtlık, hastalık ve zehirlenmelerden  50- 60 kişi ölüyor evler yanıp kül oluyordu.Tabyalardaki askerler karların erimesi ve yağan yağmurların oluşturduğu birikintilerdeki kirli suları içiyorlardı. Bu sular salgın hastalıklara yol açıyor, her gün hastalıklardan onlarca asker şehit oluyordu. Şehri bir türlü alamayan düşman son çare topların namlularını başta Selimiye olmak üzere diğer abidevi eserlere çevirmişti.

Büyük Doğu Ordusu'nun asla gelemeyeceği inancı ağır basınca, açlıktan ve hastalıktan ölenlerin sayısı gittikçe artınca ve Selimiye gibi eserlerin top atışları ile yıkılma tehlikesi baş gösterince tam 5 ay 5 gün sonra 26 Mart 1913 günü sabah saatlerinde Hıdırlık tabyasına beyaz bayrak çeken Şükrü Paşa, göz yaşları içinde ata yadigarı bu şehri teslim etmek zorunda kaldı.

Şükrü Paşa'nın insanüstü kahramanlıkları o kadar dilden dile yayılmıştı ki Bulgar ve Sırp kuvvetleri ona asla bir esir gibi değil savaş hukuku gereği saygı duyulması gereken bir kahraman gözü ile bakarlar. Hatta Bulgar Kıralı Ferdinand teslim anında alınan kılıcını büyük bir saygıyla Şükrü Paşa'ya iade eder.

Şehrin düşmesinden sonraki bir kaç gün Edirne tarihinin en trajedi dolu günleri yaşanır. Ama bu trajedinin en büyüğü de binlerce Türk asker ve subayının Sarayiçi'nde iki nehrin arasında kalan ada içinde toplanıp açlık, susuzluk ve hastalığa terk edilmeleridir.Yüzlerce askerimiz günlerce tutuldukları bu yerde  ağaç kabuklarını kemirmek zorunda kalarak şehit olmuşlardır.

Bu yer tam neresi diye soracak olursanız işte şu an Kırkpınar stadyumu olarak yılda sadece bir kaç gün kullanılan ve yeniden yapılıp yapılmamasının kamuoyunda tartışıldığı yerdir.

Binlerce  Türk evladının tarihin en acı olaylarından biri sonucu hazin şekilde şehit düştükleri  bu yerdeki aziz hatıraları ne yazık ki bu beton yığınlarının altında unutulmaya terkedilmiştir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çerez Bildirimi

Sitemizde, daha yüksek bir kullanıcı deneyimi sunmak ve deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla, Gizlilik Politikası, Çerez Politikası ve KVKK Aydınlatma Metni sayfalarında belirtilen maddelerle sınırlı olmak üzere ve ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde çerezler kullanıyoruz.